26 Haziran 2025 Perşembe


BEN HANGİ MADENİM?

Merhabalar, gününüz aydın olsun. Bugün sizlerle yeni öğrendiğim iki hadisi paylaşacağım.
"İnsanlar madenler gibidir." (Buhârî, 3496)
"Kendi değerini bilen kimse helak olmaz." (Menahil, 104)

Madenlerin içinde değerli madenler de bulunur, değersizler de. İşlenince kıymet kazananlar da bulunur, toza toprağa bulansa bile değerinden bir şey kaybetmeyenler de. Yani çeşit çeşittir madenler. Resûl-i Ekrem, insanların da bu madenler gibi olduğunu söyler. Ne kadar muhteşem bir kelam değil mi? Peki ben hangi madenim?

Burada ikinci hadise müracaat ediyoruz. "Kendi değerini bilen kimse" Yani hangi maden olduğunu bilen kimse helak olmaz. Neden? Çünkü ne için istihdam edileceğini bilir. Hangi yola sevk olunması gerektiğinin farkına varır. Hangi suyun sakası olduğunu bilir İsmet Özel'in tabiriyle. Kişisel gelişim kitapları, insana kendisini anlatmaya çalışmaz mı? Batı medeniyeti bireyselliği vurgularken yapmaya çalıştığı şey budur. Ama bir şey eksiktir, kendini tanımak bir amaç değil araçtır İslam'da. "Kendini bilen Rabbini bilir." buyurmuyor mu alemlerin efendisi? Demek kendimi bilmek, Rabbimi tanımak yolunda bir araç olacak.

Bunun ilk aşaması da kendimi tanımak. Hangi madenim ben? Altın mıyım, bakır mıyım? Zamanında sevdiğim birinden şöyle işitmiştim; ben bakırsam en güzel bakır olmaya bakacağım, altın olmaya çalışmayacağım. Aklımın en nadide yerine kazınan bu söz pek çok şeyi açıklamıştı hayatımda aslında. Ne başkalarıyla kıyas yapmama gerek vardı, ne de olmayacağım bir kimse gibi olmaya çalışarak gereksiz tekellüflere girmeme. Hangi istidatlarla donatılmışsam, onları en güzel şekilde açığa çıkaracaktım. Cenab-ı Hakk'ın benden muradı neyse, onu gerçekleştirme gayretinde olacaktım bir ömür. Kendimde nefret ettiğim ne varsa onları kabullenecek ve istikamete yöneltecektim. "Kendini sev" propagandasını cahilane kabul etmeyecektim, onu bir basamak yapacaktım. Kendimde olan güzellikler benden değildi ki onları ben yapmışçasına seveyim. Lütuftu hepsi, ihsandı. O zaman onları lütfedeni sevmem gerekti. Hepsi Rabbimi tanıma yolunda basamaklardı.

Rabbim bu basamakları çıkmayı, bizden maksud manası neyse onları açığa çıkarmayı, en güzel versiyonumuza ulaşarak onun razı olacağı şekilde bu dünyadan geçip gitmeyi nasip etsin dostlar. Selametle.
 

24 Mart 2025 Pazartesi


KUTSAL YOLCULUK

Selamlar dostlar. Bugünlerde içimde tarifsiz bir heyecan var, kabıma sığamıyorum. Ne yapsam diye düşünürken, en iyisi Rûze'me yazayım da bir nebze rahatlayayım dedim. Nasipse birkaç güne umreye gidiyorum, ilk gidişim :) Haftalar öncesinden hazırlanmaya başladım, ama hala bitmedi hazırlıklar. Önce ne yapmam gerektiğini öğrendim orada, sonra gidenlerin tecrübelerini izledim, okudum, notlar aldım. Hala çok eksik hissediyorum. Ama zaten insan olarak hep eksik ve kusurlu değil miyiz? Gayret bizden, tevfik Allah'tan. Ramazanda beni en çok oyalayan sosyal medyamı (twitter) sildim bu hafta. Zor oldu kopmak, ne kadar hayatımızda yer edinmiş, boşluk hissi oldu. Ama güzelliklerle doldurmaya gayret ediyorum o boşluğu. 

Ramazanın son haftasındayız, ne kadar çabalarsak kârdır diyorum. Nasipse döndükten sonra hislerimi yazacağım, tabi klavyem hislerime ne kadar tercüman olabilirse artık :) İçimde hem heyecan hem de korku var. Sonuçta bilinmezlik biraz da. Neler olacağını bilmiyorsun orada. Rabbime tevekkül ediyorum. Emîn beldesine, Habîb'inin diyarına gidiyorum. En çok Rasûlullâh'a gidecek olmanın heyecanı sarıyor içimi sonra. Ne buyuruyor o Habîb (sav): "Kim hacceder de vefatımdan sonra kabrimi ziyaret ederse, sanki beni hayattayken ziyaret etmiş gibi olur." Rabbim bu mübarek günler hürmetine ibadetlerimizi kabul eylesin, afiyetle, suhuletle gidip gelmeyi nasip etsin inşâallah.




4 Şubat 2025 Salı

 


BİRAZ SESSİZLİK!

Merhabalar efendim, soğuk, yağmurlu bir sabahtan günaydın. Şuan bu satırları yağmur sesleri eşliğinde yazıyorum. Buralara kar gelecek diyorlar. Bembeyaz şalını örtecek mi yeryüzü, sabırsızlıkla bekliyorum. Yazmak istediğim konular var, oturamıyorum bir türlü klavyemin başına. Ama bugün yağmurlu da olunca hava, en iyisi yazayım dedim.


Birkaç zamandır sosyal medyayla ilgili bir şey dikkatimi çekiyor. O kadar gürültülü bir yer ki, kendi sesimizi duyamıyoruz bazen. Bu benim fikrim mi, yoksa çoğu kişin peşinden gittiği için ben de mi takılmışım peşlerine? Anlayamıyorum. Kendi sesimi duyamıyorum, düşüncelerimi, hislerimi. Dikkat süreleri kısalması da bundan mı, insanların kendilerine dikkatlerini verememelerinden. Durup sakinleşmek, dinginleşmek istiyorum. Bir yanda herkesle beraber bir şeyleri savunmak, bir şeylerden bahsetmenin güzel yanları da var. Yalnızlığı azaltıyor. Ha yalnızlık demişken, bir de şunu söyledim geçenlerde kendime. Sosyal medya sürem artmışsa, sosyalleşme zamanım gelmiştir. Ne kadar ilginç değil mi? Adı sosyal medya ama içine girdikçe asosyalleşiyor insan. Şu dijital dünyada her şey makusen mütenasip, yani ters orantılı.

Blogu hariç tutuyorum. Çünkü burada uzun uzun düşünülmüş, berrak bir zihinle yazılmış satırlar vardır. Dieğrleri gibi anlık düşünceleri, gelir geçer hisleri paylaşmıyor insanlar. Durup düşünüyoruz, emek harcıyoruz. Ben blogları o yüzden seviyorum galiba. Geçenlerde okumayı sevdiğim bir blogger, bloguna yazmayı bırakınca instagramdan sordum, blog dünyası kaldı mı ki dedi. Üzüldüm. O da bu hız çağına ayak uydurup yazmayı bıraktı demek. Benim gibi düşünenler var mı bilmiyorum ama, sükûneti, sakinliği savunacağım sanırım her zaman. Selametle :)

25 Aralık 2024 Çarşamba



KÜÇÜK ŞEYLER

Merhabalar efendim. Bugün küçük şeylerden bahsedeceğim biraz. Önemsiz görünen, ama bir gönle dokunabilmiş satır arası şeyler. Bir gülümseme mesela, karşıdan karşıya geçerken yol verme, onu düşündüğünü belli eden ufak bir hediye vermek dostuna... Bunlar hayatımızda çok büyük devrimler yapmadığını düşündüğümüz, basit, sıradan şeyler. Öyle değil mi? Mutlu olmak için çok büyük mucizeler bekliyoruz, hayatımızın her saniyesi zaten büyük bir mucize değilmişçesine. Evet, her bir saniyemiz diyorum. Şuan bu satırları yazabilmem, ciğerim doluncaya kadar havayı çekebilmem içime, düşünebilmem, hissetmem, şükretmem...


Hani bir veliye demişler ya, bize bir keramet göster diye. O da kalkmış yürümüş, "İşte," demiş, "İşte keramet!" Yani yaptığımızı zannettiğimiz hiçbir şeyi biz yapmıyoruz demek. Fiilimizin mâliki değiliz demek. İkram edilmiş yani elimizde ne varsa. Hayatının mahiyetini bilene her an, her fiil kerametmiş çünkü. Nerden geldik buraya sahi? Ha evet, küçük şeyler. Küçük gibi görünen büyük şeyler yani. Bir gönle girmek de bu kadar basit işte. O küçük gördüğümüz bir hareket, gönül kilidini açacak bir anahtar oluveriyor. O da bizden değil ama, zira hangi sözün hangi gönlü açacağı nasıl bilinsin ki?..

Demek ki bizim elimizde niyet var. Güzel izler bırakmaya niyet, bu fani dünyadan giderken en azından bir kalpte güzel hatırlanmaya niyet. Bizi hangi amelin kurtaracağını kim bilir?..

4 Aralık 2024 Çarşamba



TECEDDÜD HAKİKATİ

Kainata baktığımızda her şeyin her an yenilendiğine şahit oluruz. Geceden sonra güneş doğar, topraktaki tohum çatlar, bulutlar toplanır, mevsimler gelir geçer, gezegenler yörüngelerinde biraz daha hareket eder, doğan yavru bir milim daha büyür, zerreler o ufak devininmlerini tekrarlar... Ben bu yazıya başlamadan önceyle şimdiki hiçbir şey aynı değil. Değişti. Ben de aynı ben değilim, siz de.

Teceddüd yenilenme demektir. Her şeyde fıtri olarak teceddüd meyli vardır. Yani yenilenme, eskiden silkinip yeni hale dönüşme. Bunun sebebi de kemal noktasına gitme meylidir. Her şey kemal noktasına doğru seyrü sefer eder. Eğer tersi istikametteyse, olduğundan daha kötüye doğru gidiyorsa, eceli yakın demektir.

Bu geniş nazardan sonra kendi alemimize dönelim istiyorum. Dönem dönem gelen yeni bir şeyler yapma isteği, belki bir yolculuk, belki bir iş, belki evlilik... Hepsinin bu teceddüd meylinden kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü insan fıtraten sabit duramaz. Sabilik, tekdüzelik ademe, yani yokluğa gider zira. İnsana en büyük azapsa ademdir. Var olmak ister insan, bir iz bırakmak ister bu dünyaya. Teceddüd de bu adem halinden uzaklaşmaktır, o yüzden insan yeni bir şeyler yapma arzusu duyar hayatında zaman zaman.

Yaşım daha geençken insanların ikinci bir üniversite ya da yüksek lisans yapmalarını hiç anlamazdım. Okurken bir an önce o bataklıktan kurtulmayı hayal ediyordum çünkü. Yeni yeni farkediyorum ki, teceddüd meyli yönlendiriyormuş o insanları buna. Ya da örneğin, yıllarca bir alanda çalışmış birisi, sonra birdenbire hiç alakası olmayan bambaşka bir alanda kariyer yapmaya başlıyor. Girişimci oluyor mesela. Ya da bir sanat dalında sanatkar olmayı öğreniyor. İlaahir, örnekler çoğaltılabilir.

İnsanın fıtratını en iyi bilen Elçi (sav) buyurmamış mı, "İmanınızı Lâ İlâhe İllallâh'la yenileyin." Demek sadece maddî yönden yenilenmek olmaz, manevî olarak da yenileneceğiz, teceddüd edeceğiz. Yoksa hiçbir teceddüd bizi tatmin etmez. Ömrümüz boyunca daldan dala koşan, ama bir işte dikiş tutturamayan maymun iştahlı kimselerden oluveriririz de geriye dönüp bakınca, asıl yurda bir sermaye biriktirmemiş olmanın vicdan azabı kalır yanımızda. Rabbim razı olacağı şekilde, hem maddî hem manevî bizi kemal noktamıza götüren teceddüdler nasip etsin, âmin.


20 Kasım 2024 Çarşamba



BİTMEYEN SAVAŞ

Başkalarına kızdığımızda, gerçekten o kişiye mi kızarız, yoksa içimizdeki kendimizle mücadelemiz mi tetiklenir? Hani şu bir ömür süren, arada ateşkes imzalansa da bir süre sonra taraflardan birinin anlaşmayı ihlal edip sınırlarına dayanıp zorla girdiği mücadele. Ben o zamanlar içimde biriken öfkeden nefret ediyorum. O öfkeyle başkalarına sert davranmaktan nefret ediyorum. Halbuki o öfkeli ben de benim bir parçam değil mi? İnsan yalnızca iyi ve mutlu olduğunda seviyor da kendini, içinde depreşen kavga açığa çıktığında neden kabullenemiyor o "ben"i olduğu gibi? İnsanı biricik yapan tramvalarıdır, denmiş. Beni ben yapan çektiğim ıztıraplar değil mi? Herkese şefkatperverane yaklaşıyorum da, kendime neden bu kadar acımasızım?..


Bazen o kadar kızıyorum ki kendime, öfkemden ağlamak istiyorum. Bağırmak, haykırmak istiyorum. Kimse görmüyor, kimse bilmiyor içimdeki girdapları. "Şimdi ne yazsam da geçse kalbimin küsü" diyor ya Erdem Bayazıt, böyle zamanarda hiçbir şey geçiremeyecekmiş gibi geliyor o kırgınlığımı.

Öncelikle, bunun da benim bir parçam olduğunu kabul gerek. Yıllarca düşman gibi kılıç salladım o "ben"e, ancak değil muzaffer olmak, kılıcımın ucu bile dokunamadı tenine. Demek yol bu değil. Peki ya...? Acaba düşmanım mı o benim de ben böylesi amansız bir mücadeleye giriyorum? Defalarca anlaşmalar imzalayıp bozuyorum? Hayır, güzel bakan güzel görür. Ben ona düşmanım olarak baktığımdan öyle görüyorum. Ya dostum olarak baksam? Ya çektiği bunca acıya bedel onu sarıp sarmalasam? Her şey güzel olacak desem? Ellerimle bir yetim başı okşar gibi okşasam saçlarını? Yıllarca kimsenin duyamadığı çığlıklarını duyup ona şefkat gösteren birini bulduğu için hıçkırarak omzuma yaslar mı başını?..

Kimse bir diğerinin içindeki cengi bilemez. Bu öyle bir şey ki ne anlatılır ne de dile dökülür. Yaşayan bilir. Ve... Onu yaratan... Ona teveccüh etmemize en güçlü vesilelerdendir bu savaş. Duanın vakti gelmiş de dergahına çağırmıştır bizi. İşte nokta-i teneffüs!

"Kime gidem sen var iken
Cürmüm ile geldim sana..."

17 Ekim 2024 Perşembe


KİMLİĞİM NE?

Nasıl yaşıyoruz? Kim olarak yaşıyoruz biz? Kimliğimiz ne? Neden inançlarımızla uyuşmuyor yaşadıklarımız? Ne zamandan beri dünyamızla inancımızı ayırır olduk? Aradaki mesafeler ne zaman bu kadar kat etmesi güç bir hal aldı? Ah, o kadar acıyor ki kalbim, neden inançlarımızdan taviz vermek zorundayız bu sahte dünya için? Sahi, zorunda mıyız?..

Bir kına gecesine katıldım dün. Acaba ben nerdeyim diye düşündüm bir ara. Ben kimim, bu insanlar kim?.. Döndükten sonra, orada Müslümanlığı hatırlatacak tek bir şey bulamadım, tesettürlü hanımlardan başka. Ama onları da oraya yakıştıramadım, kendimi de. Giydiğimiz kıyafetler sadece insanlara bir fikir vermiyor, aynı zamanda bizi de bir his ve fikir dünyasına yönlendiriyor. Daha önceleri de bunu hissediyordum ama artık dün farkına vardım,  o sahte şatafatın içine girmemi engelleyen şey tesettürümdü. Bir şekilde orada olmayı hazmedemiyordum. Çok dindan, müttaki olduğumdan mı? Hayır aslında, çünkü oraya giderken bunlar aklıma gelmemişti. Tesettürdü orada beni tutan. O şekilde orada olmayı hazmedememiştim işte. Nasıl desem, bilinçli bir şeyden ziyade, önce hislerimde başladı bu. Aklım idrak etmezden evvel, kalben anladım gibi. Rabbim, sana sonsuz hamdolsun ki bir şeyler bizi hala tutabiliyor içimizde. Hiç vicdan azabı çekmeden de atılabilirdik o ateşe.

Belki bu söylediklerim aşırı gibi gelebilir, ama ne gördüklerimi tafsilatıyla anlatmayacağım size. O bende kalsın. Tabi ki helal dairede eğlenebilir insan, ama inancını unutmamak kaydıyla. Ben elhamdülillah Müslümanım diyebiliyorsam göğsümü gere gere, başımı eğdirecek şeylerden uzak durmam gerek. Elimle olmazsa da kalbimle buğz etmem gerek...

BEN HANGİ MADENİM? Merhabalar, gününüz aydın olsun. Bugün sizlerle yeni öğrendiğim iki hadisi paylaşacağım. " İnsanlar madenler gibidi...